'' Kafesinden kaçmış birer kartal gibi, hiç yorulmamış ve aç kurtlar gibi, amansız bir Sayan dağı fırtınası gibi geldiler üstümüze prensim. Son askeriniz de orada can verdiğinde ve son bayrak da toprağa düştüğünde, onlar hiç arkalarına bakmadan ve sanki hiç savaşmamış gibi sürdüler atlarını bozkıra. Prensim soruyorsunuz nasıl durdurabiliriz diye? Efendim, onlar (TÜRKLER) durdurulamazlar."
(Çinli komutan Ho-Tsun'un Çin prensine hitaben yazdığı mektuptan alıntı)

“Bismillah ve ali berekatü Resulullah, Kabza, Cebrail Aleyhisselâm eliyle Hak Teala'nın emriyle, cennetten çıkıp, evvela Âdem Aleyhisselam'a verildi, ondan sonra, Sultan-ı Enbiya, Peygamber Efendimize verildi. Onun izni şerifiyle Sâd Bin Ebî Vakkas pirimiz oldu. Ondan, sahabe birbirine verdi, oradan ustalar aldı, benim ustam da bana emanet etti, ben de emaneti sana teslim eyledim. Fîsebilillah, niyet edip gaza niyetine ok at, talip olan kabza aşıkına bu minval üzere, hayır ve dua ile teslim edersin.” ( küçük kabza merasimi duası )


15 Ağustos 2007 Çarşamba

Gelişim Sürecinde Erken İç Asya Türk okçuluğu

G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi Cilt 21, Sayı 2 (2001) 189-215
-Gelişim Sürecinde Erken İç Asya Türk Okçuluğu
Middle Asia Turkish Archery in Early Period of Development Process
Hasan Basri ÖNGELG.Ü. Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu
ÖZET
Türk kültür hayatında okçuluk faaliyetlerinin farklı etkinlik ortamlarında ve yerine getirdiği işlevler bakımından oldukça zengin bir uygulama alanına sahip olduğu görülür. Okçuluğa yönelik yeteneklerin geliştirilmesine imkan sağlayan avcılık, ekonomik değeri dışında; askeri, sosyal, yönetsel ve sportif işlevlerinin ön plana çıktığı görülür. Belli yoğunlukta bir ön çalışmayı gerektiren, askeri bayramların ve dinsel kökenli, törenli okçuluk yarışmalarının düzenlenmek suretiyle sportif yarışma amaçlı organizasyonların da toplum hayatında yer aldığı görülür. Avrasya coğrafyasında yaşayan göçebe halkların, yerleşik halklara üstünlüğünü sağlayan ok ve yayın yapılışındaki teknolojik farklılıklar ve uygulamadaki ayrılıklar, alt kimliklerinin esoterik kaynağı noktasına ulaştığı görülür. Ok ve yayın yapımında kullanılan malzeme ve yapılış bilgisi okült (gizli) bir şekilde, ustadan çırağa aktarılarak, yapıcısına ve ailesine sosyal hayatta seçkin bir yer kazandırdığı görülür. Ok ve yay kullanımı çok erken dönemlerde, sadece bireysel avcılıkta kullanılan av silahı olarak kullanıldığı, şaman inancına göre av tanrısınca insanlara sunulduğu düşünülürken, kurumsal av ve savaş silahı konumuna gelmesi ile de savaş tanrısınca insanlara imkan sunması amacıyla icat edildiği vurgulanmış, köken ve doğuş efsaneleriyle halklarca ulusallaştırılmaya çalışıldığı görülmektedir.
Anahtar Kelimeler: Erken Dönem, Okçuluk, Ok, Yay, Mitoloji, Tören.

ABSTRACT
In Turkish cultural life archery activities within different environment and that is seen it is functions, Turkish archery has rich practical field. Besides it’s economical value hunting which in able to development of ability related to archery, also which has priority of military social, administrative and sports related fonctions. Organization of military and religious ceremonies which required intensive prework are seen in social life of people as sportive competition. Nomadic people who live in Euroasia geograpy, the technological differences and sufferences in practise of bow and arrow which make them superior to the civilized people, subidentify which is reached to esoteric resource point. The material and knowledge which is use for the production of arrow and bow caried from masters to novice in secret ways, provides elite position in social life of producers and its family. In early times using bow and arrow which is used in only individual hunting, presented to people by was god while it was thaught, according to shamanist beliefs. Archery which has become organized hunting and was weapon, emphasized of invention bow and arrow as providing to possibility to people by war god, legand of rude and born it is tried to be nationalized by different tribes.


Gelişim Sürecinde Erken İç Asya Türk Okçuluğu

Middle Asia Turkish Archery in Early Period of Development
Process
Hasan Basri ÖNGEL
*
* G.Ü. Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu
ÖZET
Türk kültür hayatında okçuluk faaliyetlerinin farklı etkinlik ortamlarında ve yerine
getirdiği işlevler bakımından oldukça zengin bir uygulama alanına sahip olduğu
görülür. Okçuluğa yönelik yeteneklerin geliştirilmesine imkan sağlayan avcılık,
ekonomik değeri dışında; askeri, sosyal, yönetsel ve sportif işlevlerinin ön plana çıktığı
görülür. Belli yoğunlukta bir ön çalışmayı gerektiren, askeri bayramların ve dinsel
kökenli, törenli okçuluk yarışmalarının düzenlenmek suretiyle sportif yarışma amaçlı
organizasyonların da toplum hayatında yer aldığı görülür. Avrasya coğrafyasında
yaşayan göçebe halkların, yerleşik halklara üstünlüğünü sağlayan ok ve yayın
yapılışındaki teknolojik farklılıklar ve uygulamadaki ayrılıklar, alt kimliklerinin esoterik
kaynağı noktasına ulaştığı görülür. Ok ve yayın yapımında kullanılan malzeme ve
yapılış bilgisi okült (gizli) bir şekilde, ustadan çırağa aktarılarak, yapıcısına ve ailesine
sosyal hayatta seçkin bir yer kazandırdığı görülür. Ok ve yay kullanımı çok erken
dönemlerde, sadece bireysel avcılıkta kullanılan av silahı olarak kullanıldığı, şaman
inancına göre av tanrısınca insanlara sunulduğu düşünülürken, kurumsal av ve savaş
silahı konumuna gelmesi ile de savaş tanrısınca insanlara imkan sunması amacıyla icat
edildiği vurgulanmış, köken ve doğuş efsaneleriyle halklarca ulusallaştırılmaya
çalışıldığı görülmektedir.
Anahtar Kelimeler: Erken Dönem, Okçuluk, Ok, Yay, Mitoloji, Tören.
ABSTRACT
In Turkish cultural life archery activities within different environment and that is seen it
is functions, Turkish archery has rich practical field. Besides it’s economical value
hunting which in able to development of ability related to archery, also which has
priority of military social, administrative and sports related fonctions. Organization of
Page 2
G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi Cilt 21, Sayı 2 (2001) 189-215
190
military and religious ceremonies which required intensive prework are seen in social
life of people as sportive competition. Nomadic people who live in Euroasia geograpy,
the technological differences and sufferences in practise of bow and arrow which make
them superior to the civilized people, subidentify which is reached to esoteric resource
point. The material and knowledge which is use for the production of arrow and bow
caried from masters to novice in secret ways, provides elite position in social life of
producers and its family. In early times using bow and arrow which is used in only
individual hunting, presented to people by was god while it was thaught, according to
shamanist beliefs. Archery which has become organized hunting and was weapon,
emphasized of invention bow and arrow as providing to possibility to people by war
god, legand of rude and born it is tried to be nationalized by different tribes.
Key Words: Early Period, Archery, Bow, Arrow, Mitology, Ceremony.
GİRİŞ
Okçuluk günümüzde hâlâ populerliğini ve varlığını sürdüren, erken dönemlerin de en
eski sportif sanatıdır. Doğuş kaynağından binbeşyüzlü yıllara kadar süren, ilkel
biçiminden gelişkin şeklini alana kadar, evrim süreci içinde ok ve yay insanoğlunun
hep ortağı olmuş ve belirtilen dönemden bu yana en çok kullanılan ve en uzun ömürlü
silah durumundadır. Yay erken dönemde insanın hem güvenliğini temin eden, hem de
yiyecek, post gibi hammadde teminine imkan veren, insanoğlunun etkili bir avcı
olmasını sağlayarak toplayıcı kültürden, bireysel avcılığa geçişte temel araç olmuştur.
Karanlık çağlarda birçok yerleşim yerinde kendiliğinden gelişmiş olmasına karşın,
orjinal olarak avcı toplumlarının av silahı idi. Takiben av örneğinden hareketle savaş
kültürünün de odağında yer almakta gecikmedi. Söz konusu dönemden itibaren dünya
uygarlığında okçuluk önemli bir rol üstlenmiştir. Kimi etnologlara göre; okçuluğun
kültürel ilerlemedeki önemi, ateşin bulunması ile aynı derecede önemlidir. Bulunuşu
erken dönemden öncelere dayanmasına karşın, folkloristlere göre; yayın bilinçli olarak
kullanımı üçbin yıldan daha uzun bir geçmişe dayanmaktadır.
Okçuluğun gelişim süreci, ok ve yayın birçok kültürün evrimi sırasında basitten
komplekse uğradığı farklılaşmalarla olgunlaşmaktadır. M.Ö. 3500 yıllarında Mısırlılar
kendi boyları kadar büyük çapta yaylar kullanmaktaydı. Orijinal olarak çakmak taşından
yapılan ok uçları, daha sonraları bronzdan yapılır olmuştur. Bilim adamlarınca yaklaşık
ikibin yıl sonra, Asurlular tarafından-ki Asurlular tarihçilerce turanoid bir topluluk
olduğu kabul edilmekte - insan gücünün daha ekonomik kullanıldığı ve daha kolay
Page 3
G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi Cilt 21, Sayı 2 (2001) 189-215
191
taşınabilirlik sağlayan kısa yayların geliştirildiği ileri sürülmektedir. Milattan önce
binikiyüzlü yıllarda, Hititler hareket halindeki savaş arabalarından, ok atış yeteneklerini
geliştirirken, milattan sonra beşyüz yıllarında Romalılar, daha etkin ve isabetli ok atışı
için, yayı omuza değil, göze doğru çekme tekniğini geliştirmişlerdir. Binikiyüzlü
yıllarda Cengiz Han birçok ülkeyi kısa ve daha güçlü yaylarla fethederek, bir dünya
imparatorluğunu kurduğu görülür. Diğer yarımküredeki Amerikan yerlileri –
Kızılderililer - için okçuluk, İngiliz ve daha sonraki Amerikalı koloniciler döneminde,
av yoluyla ekonomik geçinme ve kolonicilere karşı yapılan savaşta varolma aracıydı.
Son olarak, savaşlarda mekanik teknolojiye dayanan ateşli silahların kullanılması ile,
okçuluk konum değiştirerek tüm dünyada varlığını sürdüren felsefi ve sanatsal bir spor
haline geldi.
Sözlü gelenekte okçulukla ün kazanan birçok efsane ve kahramanın varolduğu
görülmektedir. Grek söylencelerinde anlatılanlara göre; eski Olimpiyat Oyunları
“Herkül” adı verilen yarı tanrısal bir okçu tarafından kurulmuştur. Oyunlar, okçularca
hedef olarak kullanılan, zincire bağlı güvercinlere karşı yapılan hedef atışları ile
geliştirilmiştir. Hedef okçuluğu, daha geç tarihlerde, Avrupa’da Robin Hood ve William
Tell gibi halk kahramanları ile ilgili hikayelerde de görülmektedir. Gerçekte,
Avrupa’daki bu okçuluğun populeritesini kökeninde halk festivallerine dayanması
sağlamaktaydı.
Bazı batılı bilim adamlarının (Dr. Paul E. Klopstağ’ın “Türk Okçuluğu ve Karma Yay”
adlı kitabında ve Ralph Peyne Gallwey’in “Orta Çağ ve Daha Sonraki Zamanların Türk
ve Diğer Doğu Okları” adlı eserlerinde) belirttiklerine göre; Türkler’in binlerce yıl önce
gerçekleştirdikleri uzaklık rekorları hala kırılamamıştır. Yine hedef okçuluğunda isabet
ve mesafe rekoru; göçebe kültürüne sahip bir Moğol’a aittir. Bu yay teknolojisindeki
gelişmelere rağmen hâlâ böyledir. Türk okçularının geleneksel anlamdaki atış rekoru;
en az 874 Yard olup, 950 Yard’a ulaşabilmekteydi. Buna karşın modern okçuların
gerçekleştirebildikleri atış mesafesi 850 Yard’dır. Serbest stil atış rekoru, ayak tipi yayla
1959 da ulaşılan uzaklık; 937.13 Yard’dır. Her iki tür ok ve yay üzerinde yapılan
çalışmalar, açıklanması mümkün olmayan sonuçlar verdiği görülmektedir. Teknik ve
teknoloji gelişirken, ilkel teknik ve teknolojinin kırdığı rekorlara günümüzde
ulaşılamaması, ilkel olarak adlandırılan birikimin ardındaki ve arka planındaki
imkanların irdelenmesinin gerekliliğini ortaya koymaktadır.
Yazılı ve sözlü Edebiyat kaynaklarından ve arkeolojik araştırmalardan elde edilen
veriler, okçuluk geleneğinin ardındaki birikimlerin DNA ipliklerini gözleri önüne
Page 4
G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi Cilt 21, Sayı 2 (2001) 189-215
192
serecek güçtedir. Komşu halkların yazılı yıllıklarıyla kültürel tarihin en erken kayıtları,
bunlara ait folklor formu içinde kullanılmak üzere ele geçirilmiştir. Aynı zamanda
bunlara ait bazı veriler, resimlerin sembollerle bağlandığı yazılı metinleri içeren en
erken yazılı sistemlerin formları da hâlâ bu güne kadar hayatta kalmıştır.
Bu çalışmanın amacı, milattan önce beşbinden itibaren Altay ve Tanrı Dağları
dolaylarında ortaya çıkan ve daha sonra tümüyle İç Asya’ya egemen olan “Atlı Bozkır
Kültürü” olarak da adlandırılan, Erken Türk Kültürün’de görülen okçuluk aktivitelerinin
arka planı, Türk yay ve oklarının yapımı ve performansı, komşu ve akraba halkların
kültürlerini de göz önünde bulundurarak ve bir karşılaştırma unsuru olarak dikkate
alarak, belirlemektir.
Konunun esas alındığı zaman kesitinde, sözkonusu okçuluk aktiviteleri salt bir spor
kavramı içerisinde değerlendirilemese de “belirtilen zamana ait sportif belirtilerin ilk
örnekleri” anlamında görülebilir.
OK VE YAYLA İLGİLİ KÖKEN EFSANELERİ
Ok ve yay, Doğu Avrupa’dan Kuzey Çin’e kadar, uzanan Avrasya Bozkırları’nda
anlatılan efsanelerde, av ve savaş tanrılarına dayandırılarak bir kökene
kavuşmaktadır. Çinliler’in adını “Ch’ih-yo” şeklinde aktardığı, kimi kaynaklarda
ise “Atlaşan” olarak da adlandırılan, Çin’in batısındaki ve kuzeyindeki göçebelerin
savaş tanrısı, maden işçiliğinin, zırh ve tulganın, kargı ve kılıç gibi silahların
yaratıcısı sayılır. Başında üç oktan oluşan bir taç ve elleri ile ayaklarında bıçaklar
ile tasvir olurdu
(8)
. Elbetteki ok ve yayın buluşunu yapan, onları Prototürkler’e
sunan da savaş tanrısı idi. Yine, ok tarihini hazırlayan Arap bilginlerine göre,
Adem’den sonra ilk kez oku yapan ve kullanan İsfandiyar adlı bir Türk’dür
(25)
.
Savaş tanrısı Ch’ih-yo’nun başlığındaki üç okun Oğuzlar’da bir grup kabileye
ünvan olarak verilmesi burada hatırlanmaya değer. Bu şekilde adlandırılmanın
savaşçılıkla ve özellikle de okçulukla doğrudan bir ilgisi olması gerekir.
Çinliler’e göre ise, yay Hui ve ok Mocı tarafından bulunmuş olup, ikisi de Huang-
Ti’nin (M.Ö.2697) sarayında vezir olarak görev yapmaktaymışlar
(16)
. Çin
efsanelerinde de, İskitler’de olduğu gibi yayın rolü çok büyüktür. Efsanede göklerin
hakimi (Tien) o yayı av tanrısına vermektedir
(4)
. Bu efsanelerin her iki toplumda da
ortak olması, bunların daha önceleri birlikte yaşamış olmalarından dolayıdır.
İskitler bunları herhalde etnik akrabaları olan Çu (Chou)lar’dan almışlardır. Bu İskit
efsanelerinin, daha ileriki dönemlerde onların yerini alan Hun ve Türkler tarafından
Page 5
G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi Cilt 21, Sayı 2 (2001) 189-215
193
yaşatıldığı yorumu, hepsi de aynı coğrafya üzerinde yaşadıkları ve benzeri bir
dünya görüşüne sahip oldukları için yapılabilir
(13)
. Ancak Eberhard’ın çalışmaları,
bu efsane ve söylencelerin Çin kıtasına, onların barbar olarak adlandırdığı
göçebelerce, İç Asya’dan taşınarak getirildiği, Çin kültürüne aktarılarak fantaziler
oluşturduğunu ortaya koymuştur. Efsane ve söylencelerde yer alan tema ve
simgeler, göçebe mitolojisinin sistematiğinde bir anlam taşırken, Çin mitolojisinde
hiçbir anlamı olmayan yakıştırmalar konumundadır.
Çeşitli Çin yıllıklarında görüldüğü gibi yayın mucidi olarak I’dan, Mê Ti’de de
bahsediliyor. Granet bir çok Çin kroniğinde en az iki kişinin I ile özdeşleştirildiğini,
zaten daha öncede belirtmişti: Biri kötü yaratıkları öldüren bir okçu, diğeri ise kötü
biri olduğu için öldürülüyor. Burada bizi ilgilendiren kötü olan I’dır. I,Hsia
zamanında yaşıyordu. Kral T’ai-K’ang kötü biriydi ve I tarafından öldürülür. Hou-
Han Shu’daki bir metin ise, Shantung’da yaşayan barbarların bir ayaklanmasından
bahsediyor. Conrady ise, I’yı Shantung barbarlarının prensi olarak kabul ediyor;
çünkü I doğrudan I-I, doğu barbarlarının I olarak anılır. Li-sao onu, vahşi bir avcı
olarak anlatıyor. Aynı zamanda Tso-chuan ve T’ien-wen’de onun kötü olduğunu
anlatıyorlar. K’ung Ankuo’da ise, T’ai K’ang’ın tahttan indirilmesi anlatılıyor. I ilk
önce Cho-hsün’e göç ediyor. Kendisini öldürten ve oğullarına da babasının
haşlamasını yediren Han Cho’yu kabul ediyor. Ama bir başka yıllık olan Shui-
ching-lu, onun Hsien’in döneminde Shantung’da (bugünkü T-Hsien) bulunduğunu
söylüyor
(21)
. Efsanevi ve mitik bir kişilik olan “I”ın, etnik kimlik olarak barbar ve
onların prensi olduğu, okçulukta üstün bir performansa sahip bulunduğu, vahşi bir
avcı olarak Çin’in kıyı bölgelerine göç ettiği, gelip yerleşerek burada yaşadığı
çeşitli Çin yıllıklarında açık olarak belirtilirken, aynı zamanda yayında mucidi
olarak belirtilmektedir.
BİR MİTOLOJİK OLGU OLARAK OK VE YAYIN YAPISI
İnsan yaratısına dayalı mikrolit anlamında kemikten yapılmış ilk enstrümanları, ahşapla
kemiğin, sinirle tahtanın, onları birleştiren ilk tutkalın ve taşla ahşap malzemenin,
gelişim çizgisinde ok ucu olarak işlenen bronz ya da demirle tahtanın, birleştirilerek bir
uygarlık ürünü olarak oluşturulan ok ve yay, doğrudan bir inancın yaratılmasına da araç
olduğunu görüyoruz. Mistik bir görüş açısı içinde, tüm bu sihirli maddelerin
yaratabileceği varsayımları görebiliriz
(20)
. Yay yapımındaki maddelerin mistik gücü
gibi, Türkler’de yay yapımı önemli bir iş ve sanattı. Efsanevi anlatımlarda bunun
Page 6
G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi Cilt 21, Sayı 2 (2001) 189-215
194
için avcı dağlara düşerek yedi geyik tekesi yakalar ve bunların boynuzundan yay
hazırlarlar. Boynuz, ağaç ve sinirden oluşan Türk yayı, bunların balık tutkalı ile
yapıştırılması ile meydana gelirdi
(5)
.
Kalmuk destanı Dzangar’da “kahramanın atış yayı” ve Başkurtlar’da “kemik ve kurt
siniriyle kaplanmış yay” demek olan “edrene” sözcüğünün kökeni, Doğu
Türkleri’nin folklor materyallerinin incelenmesinden ortaya çıkmaktadır. Sir-Derya
kıyılarında derlenen Kazakça “Adile Sultan” destanında edrene, Başkurtça ve
Kalmukça’da olduğu gibi, doğrudan doğruya yay anlamına kullanılmıştır ki yay
kavramını ifade eden arkaik bir sözcük olduğu düşünülür. Orta Asya Kırgız-
Kazakları eski kahramanların “edrene” denilen bir tür yay kullandıklarını yalnız
destanlarından bilirler, İrtiş havzasındaki Kazak-Kırgızlar ise “edrene”nin Başkurt
icadı olan yay olduğunu söylerler
(14)
.
Kompozit (mürekkep) Türk yaylarının yapımında efsane ve destanlarda
belirtildiğine göre, dört çeşit organik madde kullanılmıştır: ağaç, boynuz, sinir ve
tutkal
(25)
. Yakut Türkleri’nin Er-Sogotoh destanında, Er-Sogotoh’un kemikten
yapılmış yayını altı kişi çekemez, okları çekice benzer ve ağaçtan yapılmış balıkçı
kulübeleri kadar büyüktür
(2)
.
Altay Türk masallarından “Kara-Atlı Han” (Karattuu Kan) adlı masalda; ki bu
masal türeyiş destanına paralel bir temaya sahiptir, çocuk kendine “yay” yapmak
için yedi dağı dolaşır ve yedi geyik tekesinin boynuzlarını toplar. Boynuzları yan
yana getirir, yapıştırır ve bunlardan da çok büyük ve çok kuvvetli bir yay yapar.
Yay kirişsiz olmazdı. Ama bu öyle bir yaydı ki, her kiriş de buna uymazdı. Büyük
denizin ta öbür ucunda, “yaan” adlı canavar bir hayvan yaşarmış. Oğlan onu
öldürür, derisini yüzerek yayına kiriş yapar, Eski Türkçe’de “yağan”, fil demektir
(5)
.
Bu arada tekenin erken dönemden itibaren Türkler’de totem hayvanı olduğunu
düşünürsek, onun, yapımında kullanılan yay da aynı ölçüde totemik bir değer taşır
ve kutsaldır.
Köktürk döneminde kemik yaylar çok geliştirilmişti. O kadar ki Çinliler bu
görkemli yaylarda tek boynuzlu efsanevî bir hayvan olan “kilen” boynuzu ve
oklarda kartal kemiklerinin kullanıldığını sanmakta idiler
(8)
. Öte yandan, boynuzları
ok yayı yapılmasında kullanılan düz boynuzlu sığırlar hakkında, Co-gınğ-lu çok
önemli açıklamalarda bulunuyor: Co-gınğ-lu’ya göre, Cüe-duan (boynuz ucu) adlı
bir hayvan vardır. Bu hayvan, anlatılanlara göre, görünüşte gergedan’a benzermiş.
Çoğu kez ileri sürülmüştür ki, Çin gergedanı, ren geyiğinden doğan gerçekle bir
Page 7
G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi Cilt 21, Sayı 2 (2001) 189-215
195
ilgisi bulunmayan hayalen yaratılmış efsanevî ve fantastik bir hayvandır. Kuzey
toplulukları hakkındaki haberlerde ren geyiklerine ait hemen hemen hiç bir bilgi
yoktur, halbuki bazı kuzey kavimlerinin kesinlikle ren geyiğine sahip olmaları
gerektiği kabul edilmesi gerekir. Belki Cüe-duan hayvanı ile ren geyikleri
kastedilmiştir, belki de sığırların yukarıdaki metinde sözü edilen düz boynuzları,
Cüe-duan hayvanınınki ile aynıdırlar
(5)
. Sonuç olarak barbarların ok ve yayları
efsanevi ve kutsal hayvanların boynuz ve kemiklerinden yapılmaktaydı.
Tüm Avrasya bozkırını kapsayan sınırlar içinde, genel çerçeveye katılan atlı göçebe
halklar, ok ve yayın yapılışında kullandıkları teknolojik farklılıklar ya da
uygulamada kullanışlarındaki ayrılıklar, alt kimliklerinin esoterik kaynağı noktasına
ulaşmıştır. Ok ve yayın yapımında kullanılan malzeme ve yapılış bilgisi okült
(gizli) bir şekilde, ustadan çırağa aktarılarak, yapıcısına ve ailesine sosyal hayatta
seçkin bir yer kazandırdığı görülür. Yine Dede Korkut hikayelerinde Eksek -
koca’nın oğlu olup, “Okçu” namıyla anılan birinden söz edilmektedir. Onun adının,
Salur-Kazan ile ilk bakışta sanıldığından daha sıkı bir an’aneyle birbirine bağlı
bulunduğu kuvvetle söz konusu olabilir: Korkud’a dayandırılan XVI. yüzyıl “Atalar
sözü”nde erkekliğin ideal bir şekli olarak Salur Kazan ile birlikte onun “okçu”su,
yani Barthold’un açıklamasına göre, “okçusu ve ona ok yapan” Kuzan adlı birinden
söz edilmektedir
(15)
. Destanlarda altın, gümüş, demir, bakır, kamış, kayın ağacından
yapılmış oklarla karşılaşmaktayız. Yay da sığır sinirinden, kurt sinirinden ve
kemikten yapılmaktadır
(2)
. Tek başına iş göremeyen okun tamamlayıcı parçası
yaydır. Bunun yapımı ise, oktan daha zordur. Çok eski silah kitaplarında yaylar, et-
kemik-kan ve sinirden oluşan insana benzetilir ve bundan ötürü de kutsal sayılırdı.
Gerçekten de yaylar, ağaç – tutkal sinir ve kemikten yapılır
(25)
. Bu yayların yapımı
bir yıl almakta, iyisi iki yüzyıl kullanılabilmekte idi. Bu konuda ustalığa ulaşmak
bir ömür alırdı. Bu üstün kaliteli silaha, uzun ve yorucu idmanlarla edinilen atış
yetkinliğini de eklersek varılan göz kamaştırıcı sonuçlara şaşmamak gerekir
(25)
.
Ok ile yay kullanımı çok erken dönemlerde, sadece av silahı olarak kullanıldığı, ancak
çeşitli savaşlar nedeniyle toplumlarda geliştirilerek kullanıldığı, köken ve doğuş
efsaneleriyle ulusallaştırılmaya çalışıldığı görülmektedir. Kurumsal av ve bu avda
uygulanan okçuluk taktik ve tekniklerinin zaman içinde, savaş eğitimi ve taktiği
uygulaması şekline dönüşerek, okçuluk faaliyetinin odağında yer aldığı temel nitelik
haline gelmiştir.
Page 8
G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi Cilt 21, Sayı 2 (2001) 189-215
196
ERKEN DÖNEMDE OKÇULUKTA KULLANILAN YAYLAR VE YAY
TİPLERİ
Çin yıllıklarında çok sık söz edilen “Ku” kelimesi, yay anlamına gelmekteydi. Bu
anlam I-ching, Hsi-ts’ih’de ortaya çıktığı görülür, yani çok eski bir kelimedir. Bu
kelimenin son harfinin düşmesine kadar, “Kung” kelimesiyle benzeşmekteydi. Çin
yıllıklarından Shih-shih, Shansi’de son harfin düşmesinin adet olduğu, Sung dönemi
için anlatılmaktadır
(7)
.
Boynuz ve yenden yapılan yaylar (Ku) çok tanınıyordu ve K’ao-kung-chi
Shansi’de bulunması gereken yayları, özellikle Fen-hu ülkesinden kaldırıyor ve
başka bir yerde vurguluyordu.”Hu” barbarlarının kendi yaylarını kendilerinin
yaptığını söylüyor.”Ku” yayı, kuzey halkını gösteren eğri oklarla ve gökyüzü
kurdunun takım yıldızıyla ve çanak atma sporuyla yan yana duruyordu. Burada
sadece yay anlam bakımından kuzey halkıyla vurgulanmıştır
(7)
. Astral anlamıyla
da, nesnel anlamıyla da (Ku) okun, Çinliler’ce barbar olarak adlandırılan, aralarında
Prototürkler’in de bulunduğu halklara ait olduğu ortaya çıkmaktadır.
Asya’da ok ve yayla ilgili en eski buluntular Kuzeydoğu’da ve Sibirya’da ele
geçmiştir. Bunlar okçuluk tarihinde önemli bir evrime işaret etmektedir. Kökeni
Hunlar’a açıkça organik olarak bağlanabilen buluntular, pek az olmakla beraber,
meydana çıkarılan, bu halka özgü ve aynı zamanda İç Asya özellikleri de gösteren
bir hayli eser vardı. Bunlardan biri de kompozit yaylar idi
(22)
. Bu açıdan
bakıldığında Asya yaylarında kompozit bir yapı ile karşılaşmaktayız. Ağaç yayın
iskeletini teşkil etmekte, kolların iç ve dış yüzleri boynuz ve sinir gibi organik
maddelerle kaplanmaktadır. Böylelikle yayların, dolayısıyla okların boyları
kısalabilmekte, daha uzağa atış sağlandığı gibi, at sırtında da daha rahatlıkla
kullanılabilmektedir. Basit yaylar, ağacın cinsi ne olursa olsun, kısa bir süre sonra
kurur, esnekliğini yitirerek işe yaramaz olurlar. Oysa kompozit yay çok daha uzun
ömürlüdür: üstün kaliteli ve bakımlı bir Türk yayı ikiyüz yıl kullanılabiliyordu.
Ayrıca, yayın gücü ve esnekliği, boynuzla sinir oranı değiştirilerek istenildiği gibi
ayarlanabilmekteydi
(25)
.
Arkeolojik kazılar sonucu elde edilen veriler de konuya açıklık getirirken,
yaygınlığını da gözler önüne serecek durumdadır. Kul Oba kazılarında bulunan,
M.Ö.(4-5) yüzyıla ait İskit vazosu resminde, okçunun kiriş taktığı yayın başlarının
dışa kıvrık, kabza kısmının içe doğru çökük olduğu görülür. Aiskhilos (M.Ö. 525-
456) ile Sophokles’in (M.Ö.495-406) tragedyalarında reflex İskit yayları diye anılan
Page 9
G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi Cilt 21, Sayı 2 (2001) 189-215
197
bu tip yaylara, Yunan vazolarındaki Amazon tasvirlerinde de rastlanıyor. Bu
kompozit yayların, Küpido yayları adıyla Grekler’e geçtiği biliniyor
(25)
. Bu arada bu
etnokültürel buluntular Amazonlar’ın etnik kimliği ve yurtları konusunda da
ipuçları verebilmektedir.
Kimi tarihsel resimler de dönemiyle ilgili aydınlatıcı kaynaklar konumuna ulaştığı
görülmektedir. En güzel örneklerden olan Tâkı-ı Bustân’daki domuz avı sahnesinde,
iki ayrı tip yay görüyoruz. Birinci tip, kısa boyu ve içeri çökük kabzası ile İskit
yayını andırıyor. İkinci tip ise, kolları uzun, kabza düz, başlar uzun ve açı yapacak
tarzda dışa kıvrıktır. Sasani yaylarının formu, bu iki tipin birleşmesi sonucunda
ortaya çıkmıştır
(25)
. Tarihsel süreçte yayların gelişim evresine bağlı olarak ortaya
çıkan varyantları en güzel biçimde bu tablodan yakalayabilmekteyiz.
Kuzey-Doğu Asya bölgesinde doğan ve güneyde Çin’e, batıda İç Asya üzerinden
Suriye’ye, Anadolu’ya ve Kırım’a kadar yayılan ikinci tip, Asya yayları arasında en
yaygın olanıdır. Uygur duvar resimlerinde yalnız bu tipe rastlanıyor. Araplar’ın,
Sasaniler ve Türkler’le yaptıkları savaşlarda bu yayla tanıştıkları biliniyor. Daha
sonra Selçuklular ve Moğollar da aynı yayı kullanmışlardır
(25)
. Bu anlamda
savaşlar sadece ekonomik ve siyasi bir yaygınlaşmayı gündeme getirmekle
kalmayıp; teknik, teknolojik ve kültürel diffüzyonu da sağlamaktaydı.
Hunlar’dan ve Göktürkler’den beri Altaylar’da ve Çin Türkistan’ının geniş
bozkırlarında dağınık kümeler halinde yaşayan Türk boyları doğu okçuluğunun en
başarılı uygulayıcısı olmuşlardır. Çin-Türkistan’ında, Kumtura’da, Kızıl’da,
Bezeklik’te bulunan frekslerde okçu tasvirlerine rastlarız. Yayların kabzaları düz,
başları uzun, düz ve keskin biçimde dışa kıvrıktır
(25)
. Rus arkeoloğu Minajeva,
Volga çevresi bozkırlarındaki ölü yakılan Hunlar’a ait oda mezarlarında, çeşitli
silahlar bulmuştur. Bunların başında yay ve oklar gelir. Aşağı yukarı yüzaltmış
santimetre uzunluğundaki yaylar, gayet ince işlenmiş kemik ve boynuz kakmalarla
süslüdür
(19)
.
Çinliler’in kuzey halklarının yaylarını övmesi ve onları severek haraç olarak kabul
etmeleri dikkat çekicidir. Böylece özellikle Su-shen’ler haraç olarak yayları
veriyorlardı. San-kuo zamanında ise, Koreli kabileler de yayı haraç olarak
verdikleri görülür. Bu dönemde “yay”ın bir değişim aracı olarak da görev yaptığı
anlaşılmaktadır. Bu halkların bir çoğunda söz konusu olan, boynuzdan yapılmış
yayların varlığı kesinlikle belirtilmiştir. Diğerlerinde ise, sadece tahmin
edilebiliyor. Tunguzlar’da yapılan yayların maddesi belirtilmemiştir. Hsien-pi’lerin
Page 10
G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi Cilt 21, Sayı 2 (2001) 189-215
198
boynuzundan yay yaptıkları özel bir sığır türleri vardı. Chüeh-tuan Ch’ilin’e benzer
bir hayvandı. Boynuzlarından yay yapılıyordu. Chüeh-tuan düz boynuzlarından
dolayı Hsien-pi’lerde bulunan sığırlarda bir ilişkisi olduğu düşünülüyor. Bu
sığırların boynuzlarında da yay yapılıyordu. O halde Ch’ilin’le sığırı birbirine
bağlayan bir de geleneğin olması gerekiyor ve bu bağlantılar da yine kuzeye aittir
(7)
. Lieh-tse’de yayı çok iyi kullanan bir ustadan söz edilmektedir. Bu adam “Yen”
boynuzundan yapılmış bir şey kullanıyormuş. K’ao-kung-chi, Hu’larda (Kuzey
Barbarlarında) yay yapan birinin olmadığı, çünkü herkesin kendi yayını
yapabildiğini belirtiyor. Yayın, kuzey halklarıyla olan ilişkisi daha açık bir şekilde
vurgulanamıyor
(7)
. Köktürk obaları içinde cinsiyete dayalı iktisadi iş bölümü,
galiba, Plan Carpin’in XIII. yüzyılda saptadığı şekilden pek farklı değildir. Erkekler
ok yapımı ve biraz da sürüyle uğraşma dışında çalışmazlar, buna karşılık, avlanır ve
ok talimi yaparlardı
(3)
.
Asya kökenli yay tiplerinin formları arasındaki farklar yanında, malzeme ve yapım
teknikleri arasında da bazı farklar bulunmaktadır. Türk yayı, kompozit Asya yayları
içinde en kısa boylu olanıdır. Arab, İran, Kırım-Tatar, Hind ve Sind, Kore ve Çin
yaylarına ait örnekler arasında 110-120 cm gelenine hiç rastlanmadığı halde, bu
ölçü Türk yayları için standart ölçüdür. Boyunun kısa oluşu, Türk yaylarına
üstünlük sağlayan önemli bir özelliktir. Böylece oklar da kısa ve hafif olmakta,
daha uzak mesafeye gidebilmekteydi. Hedef oklarındaki delici güç ise, okun
kitlesinden çok hızına bağlıydı. Kısa ve hafif okun tek sakıncası havada sapmasıdır;
ama bu sakınca atış ustalığıyla önlenebiliyordu
(25)
.
KATIŞIK (KOMPOZİT) YAY
Tarihsel belgeler ışığında yapılan incelemeler sonucu, Çin’de çok çeşitli yaylar
görmek mümkündür. Katışık yay ise, sadece Kuzey Çin ile sınırlıdır. Sağlam ağaç
ve boynuzların üst üste tutkallanması sonucu oluşuyorlardı. Ayrıca çoğunlukla deri
ile kaplanıyorlardı. Çin yıllıklarının belirttiklerine göre, bu tip yaylarda önemli
olarak vurgulanması gereken, Orta ve Güney Çin iklimine dayanıklı olmamalarıdır.
O zaman katışık yay’ın kuzeye, Çin kıtasının kuzey bölgesinde yaşayan, barbar
olarak adlandırılan kıyı halklarına ait olduğu söylenebilir. Yazı işaretinin
gösterdiğine göre, bu yaylar daha Shang zamanın da bile kullanılıyordu
(7)
.
C. J. Longman, “Okçuluk” adlı eserinde “Karma Yayın”(Kompozit Yay) yapısını şöyle
anlatmaktadır. Yayın yapımında beş çeşit organik madde kullanılmıştır : 1- Tahta (iki
Page 11
G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi Cilt 21, Sayı 2 (2001) 189-215
199
tür), 2- Siyah boynuz, 3- Hayvan sinirleri, 4- Huş ağacı kabuğu, 5- Yapıştırıcı
(21)
...
Merkezi eksen veya “backbone” uçlara doğru sivrileşen veya yayın bütün uzunluğu
boyunca dolanan tahtadan oluşurdu. Bu tahta kesit yüzeyde boyu eninden fazla olacak
şekilde düzleştirilirdi. Tahta çok sert olmayıp, lifli bir yapıya sahiptir ve kahverengi,
sarı arası bir renktedir. Yüzey, yapıştırıcının tutması için yivlenmiştir. İç kısım kenarları
daha sert kahverengi-kırmızı tahta ile yapıştırılmasına rağmen düzleştirilmiş, buna
karşılık dış yüzeyler ise yuvarlaklaştırılmıştır. Ayrıca, yayın tüm uzunluğu boyunca
dolanan şeritler, iç kısmın kalınlığından daha geniştir. Ve böylece kenarları üst üste
kaplayan bir tür sığ kanal her bir yüzde oluşmuş olmaktadır. Bu kanalların her birinde
geniş bir şerit halinde, muhtemelen bir çeşit mandadan alınmış uzuvların son derece
uzamasını sağlayan yoğun bir boynuz tabakası vardır. Benzeri bir yapıya sahip olan
Avar yayları da bir kaç parçadan oluşmaktaydı. İç tarafa yerleştirilen kemik
parçalar yayın elastikiyetini artırırdı. İç Asya kökenli olan bu bileşik ya da katı
yaylar çok özellikli ve usta ellerde üretilebilen, çok derin bir birikimin sonucu
yapılabilmekteydi. Bu çeşit kemik parçaları Hunlar’da ve ilk Macar mezarlarında da
savaşçı alplarla birlikte gömülen yayların parçası olarak bulunmuştur
(17)
. Yayın
elastikiyetinde önemli bir yeri bulunan bu şeritler kanalı tamamen doldurur. Şerit sırt
boyunca göbek bölgesine oranla daha incedir. Boynuz şeritlerin iç yüzleri de aynı
amaçla yivlenmiştir. Daha kalın olan şerit bandı çevreleyen hemen hemen aynı
genişlikte ve merkezde 1/16 oranında daha kalın olan ve kenar kısımlarda eğilmiş ikinci
bir şerit vardır. Bu merkez eksen üzerinde göbek boyunca uzanan bir çeşit çatı
oluşturmaktadır. Rahatlıkla boynuz şeritlerin merkezde veya merkez yakınlarında çiftler
halinde birleştiği varsayımı yapılabilir. Diğer bir yandan tahta tutacak boyunca
geçmektedir.
Merkezi için sırt tarafı boyunca uzanan kenarın yer aldığı daha ince boynuz şeridi
kaplayan ve uzunlamasına yerleştirilmiş ve muhtemelen geviş getiren hayvanların
boyun veya sırtından alınmış sinir tabakası vardır. Bu tabaka yoğun ve homojen iki
katmandan oluşmuştur. Bu kısmın kalınlığı, yayın merkezi yakınlarında yaklaşık 3/16
inch’tir ve boynuz şeritlerde olduğu gibi uçlara doğru incelmektedir. Tüm yüzeyi
kaplayan pürüzsüz ve parlak hemen hemen satensel bir yüzeye sahip, kahverengi-
kırmızı huş ağacı kabuğundan yapılmış bir tabaka vardır. Komşu kabuk parçaları
birbirlerine boşluk bırakmayacak şekilde birleşir ve böylece bir uçtan diğerine hava
koşullarından etkilenmeyecek bir kılıf oluşturur. Aynı zamanda yayın ince yapısını
Page 12
G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi Cilt 21, Sayı 2 (2001) 189-215
200
korumakta ve görünüşteki karmaşıklığını ortadan kaldırmaktadır. Âdeta homojen bir
yapı oluşturan araca dönüşür.
Yaylarının uzunluğu bir kadem (=ayak), okları ise bir kadem ve iki parmaktır.
Yedinci ve sekizinci aylarda (Temmuz ve Ağustos aylarında) zehirli bir bitkiyi
kaynatırlar ve bunu oklarına sürerler ve ok hayvana değer değmez öldürürdü
(6)
.
Tung Yabgu’nun ordusunda kullanıldığı Hsüan T’sang’dan öğrendiğimiz reflex
yayı, sanat eserlerinde de, alpların kulak hizasına kadar gererek, oku çok uzaklara
ilettiklerini görürüz, Orhun yazıtlarında “keş” diye anılan ok kınları, Orta Asya’da
da kuzey Asya petrogliflerinde görülen büyük ve yassı şekildedir. Ancak Kuzey
Asya Türk keşler’i altından ya da altın ile süslü idi
(14)
. Türk yayları kompozit ya da
reflex yaylardır. Kirişi takılı değilken kolları tersine doğru kıvrıktır. Bu yüzden
kurulması ayrı bir ustalık ister. Yayın her kısmının adı vardır. Ortasındaki, yayın
kavrandığı şişkin yere “kabza” denir. Kabza boğazı ile kollara geçilir. Atış sırasında
okun dayandığı üst kabza boğazı tir geçimi diye anılır. Buradan yassılaşarak devam
eden kısma “Sal” denilir; atışta yayın en çok çalışan yeridir. Bunun devamında içi
hafif kabarık, dışı balık sırtı gibi çıkıntılı olan “kasan boğazı” ile geçilir. Kasan,
adından da anlaşılacağı gibi, yayın kollarını ters yönde kasar ve onları
kuvvetlendirir. Kasan ile yay başı arasındaki yere kasan başı denilir. Başların dış
yüzlerinde, kiriş ilmeklerinin takıldığı oyuklara “tonç kertiğin” iç kenarına
aşınmaması için sarılan sargıya “tonç sargısı” adı verilir. Kabzasının tam ortasında,
boyunların birleştiği iç kısımda çelik (İbrancak) denilen küçük bir kemik ya da
fildişi parçası vardır
(25)
. İlerisine “gövde”, sol bileğe takılan meşin bileziğin
hizasındaki yatağına “siper”, baş parmağa geçen yüzüğe “zeykir” denir, okların
konduğu kaba ise “kandil” ve “tirkeş” adı verilirdi. Yayı geren ve ipekten olan ipe
ise, “çile” adı verilir. Ok atımından sonra, yayın esnekliğini yitirmemesi için gergin
bırakılmaması, çözülmesi gereklidir
(25)
.
Yaylar asimetrik şekilde olup, uzunluğunun 1/3’ü tutulduğu yerin altında ve 2/3’ü ise
üstündedir. İp bağlanıp söküldüğünde farklı yönlere hareket ederler. Tahtadan yapılmış
yapışkanlı şeritler ile birbirine dik, inceltilmiş ve bazen hava koşullarından
etkilenmesini önlemek amacıyla koruyucu bir tabaka ile kaplanırdı.
Yayın boyutları ve okun uzunluğu tamamen okçunun vücut ölçülerine bağlıdır. Yayın
uzunluğu, okçunun boyu ve kolunun uzunluğuna bağlı olarak değişirdi. Okçunun boyu
ve kol uzunluğu arttıkça yay uzunluğu da artmaktaydı.
Page 13
G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi Cilt 21, Sayı 2 (2001) 189-215
201
Li-chi ve Shih-tse’de de boynuzdan yapılmış yaylardan söz edilmektedir. Su-shih-
yen-i, Han-wei ve Chin zamanlarındaki boynuzdan yapılma yayların ölçülerinin
farklı olduğunu söylüyor. Han kabartmalarında tasvir edilen yaylar, katışık yayları
göstermekteydi. Yani boynuzdan yapılmış yaylardı. Yayların yapımından söz eden
K’ao-kung-chi’de de boynuz hakkında çok şey anlatılmıştır. Boynuzun uzunluğu
2.5 ayak, yayın ise 6-6.6 ayak olarak verilmiştir. Eski yayların, kuzey halkların
yaylarından daha uzun olduğu görülüyor
(7)
. Bazen Ch’ui yayın mucidi olarak
sayılıyor. Ancak Ch’ui genel olarak bütün tahta ve ayna ilişkilerinin mucidi olarak
bilinmektedir. Çoğunlukla yay için herhangi bir mucitten söz edilmez. Aksine I,
yayın mucidi sayılıyor
(7)
.
TATAR YAYI
Yaylar; özünde kullanılma amaçlarına göre yapılar oluşturdukları görülür.
Kullanıldığı yere, kullanma konumuna ve pozisyonuna göre olduğu gibi, coğrafi ve
iklimsel özelliklere bağlı olarak yayların niteliklerinin farklılaştığı anlaşılmaktadır.
Orkun Kitabelerinde İlteriş Kaan, Göktürkler’de ordunun “üçte ikisi atlı (atlığ –
süvari), üçte biri yaya (yadağ)” olduğunu söylüyor. Süvari birliği birinci birlikti.
Türkler tarafından benimsenen savaş sisteminde yaya savaşçının işlevi pek önemli
görülmemesine rağmen, bu uygun bir orandı. Ancak atlı olanda, yaya olanda ok-yay
kullanmakta idi. Ancak ok ve yayları farklı niteliklere sahipti. Ok, daha çok uzaktan
uzağa yapılan savaşa, özellikle stratejik geri çekilmelere tahsis edilmişti
(10)
.
Okçulukta kullanılan okun kapasitesi ve etkili olarak ulaşabildiği uzaklığa göre,
avcıların ve göçebe savaşçıların kullandığı uzun mezilli birleşik yaylar ile yerleşik
toplumların savunma amaçlı kısa mesafeli (Tatar) yayları olmak üzere iki tür yay ile
ona uygun okun Avrasya’da kullanıldığı bilinmektedir. Oluklu ya da zenberekli ok
yayını (Tatar Yayını) eğer Çinliler bulmadıysa, onu geliştirip büyük ölçüde
kullananlar onlardı. Bu silah çok geçmeden Hiung-nular’ın yaylarıyla boy
ölçüşebilecek duruma gelecektir. Geri kaçan atlı avcılar şimdiye kadar ince uzun ve
kuyruklu oklarını çok uzak hedeflere karşı başarıyla kullanmakta idiler. Tatar Yayı
ise, ancak yayaların işine yarıyordu. Kısa sağlam okları dar aralıklarda, ama
öldürücü bir etkiyle kullanılırdı. Yay gerçekte ne kadar avcının ve kovucunun silahı
idiyse, bu yeni silah da (tatar yayı) başarılı bir savunma gereciydi. Birincinin amacı
kaçana yetişmek ve hedefe deymekse, ikincisi vurduğunu öldürmek amacını
güdüyordu
(1)
.
Page 14
G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi Cilt 21, Sayı 2 (2001) 189-215
202
Yaklaşık ikibinbeşyüz yıl önce, Çin’de çok eski dönemlerde ortaya çıkmış Tatar
Yayı (Cross Bow) büyük bir teknolojik ilerleme içine girdi. Quin of Chou klanının
üyesi bir kişi tarafından icat edilen tam tertibatlı bronz Tatar Yayı mekanizması ile,
Tatar Yayı oldukça ağır yükleri kaldırılabilecek kapasiteye ulaşır ve ilk kez ağır bir
oku öylesine güçlü bir şekilde attı. Bu tam olarak ok ve yayın askeri rolüne son
vermesine rağmen, onu seneler süren doğal yalın ok atıcılığı ile eğitilmiş asil
okçuların elinden alarak, sıradan piyadelerin eline teslim etti. Bu da okçuluk
çalışmasının gizemli olmaktan uzaklaştırılmasına ve yayılmasında önemli bir etkiye
sahiptir
(21)
. Bu arada söz konusu Tatar Yayları’nın Choular’la doğrudan ilişkili olup
Choular’ın kuzey (Prototürk) halklardan olduğu da düşünülürse, Tatar Yayları’nın
İç Asya kompozit yaylarının bir varyantı olabileceği söylenebilir.
Tatar Yayı olarak da adlandırılan savunma amaçlı Çin yayının yapısal tekniği,
Konfiçyüs zamanından, geleneksel okçularının 1940’larda bu işi bıraktığı zamana
kadar çok az değişmiştir. Yay, karın kısmından sıkıştırma yapmak için ve
genişlemeyi önlemek için yayın yüzünü kuvvetlendirmek amacıyla öküz boynuzu
ile tahtadan (ya da bazen bambu) özünden yapılır. Bu kombinasyon etkisi ile, yayın
(c) şeklini alabilmesi için gevşetilir
(21)
.
ERKEN DÖNEM OK TİPLERİ
Yaylar gibi oklarda amaçlarına göre farklı özellikte tiplere sahipti. Haliyle yayın
tipi, okun tipini ve niteliğini etkilemekteydi. Yazılı ve sözlü kaynaklarda okların
kullanım amacına göre faklılıklar taşıdıkları bilinmektedir. Orhan Şaik Gökyay’ın
günümüz Türkçesi’ne aktardığı Dede Korkut Kitab’ın da, “kayın okun düşmana
doğru varsun” diye dua edildiği görülür. Kayın dalları, sürgünleri düzgün ve esnek
olduğu için eski Türkler bundan ok yaparlarmış
(11)
. Yüksek kaliteli demirden
Altaylı demirciler ok uçları yaparlardı
(12)
. Çinli tarihçilerin “Fuli” adı verdikleri,
Türk hanları, metal işlemedeki ustalıklarından dolayı kendi ordularını silahlandırma
ve zırhlı süvarilerden oluşan vurucu bir güç oluşturma imkanına kavuşmuşlardı.
Türk silahlarının temelini boynuz yaylar ve oklar oluşturmaktaydı. Bu durum
Turfan heykel figürlerinden başlıca Türk savaşçıları (Yukarı Yenisey) Sülek kaya
resimlerinde de tasvir edilmiştir. Bu tasvirlerde boynuzdan yapılma oklarla
silahlanmış süvariler tabii olarak kambur gösterilmiştir. Yine diz vererek ok atan
birinin üzerine küçük tuğ takıp mızrağını çevirmiştir
(12)
.
Page 15
G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi Cilt 21, Sayı 2 (2001) 189-215
203
Dede Korkut destanındaki yiğitlerin okları, ak yelekli kayın ağacından yapılmış
oklardır. Yelek; atıldığı sırada hedefinden şaşarak hedefi aşmaması için okun
arkasına takılan tüylere verilen adıdır
(14)
. Genel olarak bu tüyler kartal kanadından
yapılırdı, kartalın şamanlarla köken birliğinden dolayı dinsel bir değerde olması
nedeniyle simgesel anlamlar da taşırdı.
Kaliteli bir ok, sıradan oklara göre biraz daha uzun olup, ok iple çekildiğinde; okçunun
kulağının arkasına kadar gerilirdi. Farklı uzunlukta oklar olmasına karşın, genel olarak
okun uzunluğu şu şekilde ayarlanırdı: Boğazın ortasından, işaret parmağının ucuna
kadar olan uzunluk ölçülür ve bu uzunluğa üç ya da yedi santimetre güvenlik faktörü
eklenip, bir okçu için ideal ok boyu bulunmuş olurdu.
Oklar değişik amaçlar için değişik çapta, uzunlukta; farklı maddelerden ve uçlardan
oluşmaktaydı. Geçmişte ip ve halatları kesmek için kullanılan “U” şeklinde ok uçları
kullanıldığı gibi, üzerine çok dikkatli yerleştirilen deliklerden havanın geçip atıldığında
sesli işaret ve korku veren uçlarda bulunmaktaydı.
Uzaklık okları daha uzun, daha dar şaftlı uçlu, daha sağlam bir yapıya sahipti.
SES ÇIKARAN (VIZLAYAN) OKLAR
Kimi tarihçiler ve ok tarihi araştırmacıları tarafından, “sesli okların” Çinliler
tarafından icat edildiğinin söylenmesine rağmen, arkeolojik veriler daha çok Orta
Asya göçebeleri ya da Doğu Asya Bozkırları’nda yaşayan topluluklar tarafından
icat edilmiş olabileceğini gündeme getirmektedir. Yine Çinliler’in karma yayları
bulması bazı bilim adamlarınca onaylanmakla birlikte, Çinliler’in doğrudan
kendileri bile göçebelerin okçulukla yapabilecekleri şeyleri bildikleri, onlara “Ok ve
Yay Milleti” demelerinden anlaşılmaktadır. Çin İmparatoru Wen Ti’nin, Hiung-nu
hakanına yazdığı bir mektupta şöyle demektedir: “ Bu hanedanın ilk imparatoru şu
politikayı benimsemiştir. Ok ve yay milletini kapsayan Çin Seddi’nin kuzeyi ordu
komutanına bağlı olacaktır. Çin Seddi’nin içinde kalanlar Hun Devleti’ne bağlı
olacaktır. Böylece bu insanların her biri kendi meslekleriyle uğraşacaktır;
bizimkiler (Çinliler) tarımcılık ve elbise üretimi, sizinkiler okçuluk ve avlanma gibi
ekonomik faaliyetlerde bulunacaklardır” diye âdeta olayı vurgulamaktadır.
Asya okçuluğunda sesli okları olarak adlandırılan okların, ilk olarak ne zaman
ortaya çıktığı konusunda , bilim adamları ve araştırmacılar değişik yer adları ve
isimleri kullansa da, konu ile ilgili legant ve hikayelerde yer olarak İç Asya
gösterilmektedir. Anlatılan leganta göre; “Hiung-nular’ın efsanevi tigini(prensi)
Page 16
G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi Cilt 21, Sayı 2 (2001) 189-215
204
Mou-tun (Megaher) babası hakan tarafından komşu devlete rehin olarak verilmiş ve
bu tutsaklıktan güçlükle kurtulmuştu. Kabilesine geri dönüp tiginlik haklarının
tekrar kazanmasına rağmen, babasına kin beslemekteydi. Öte yandan, iyi okçuların
yönetimi ona verilmiş, efsanenin anlatımına göre; onun isteği olan sesli okları bu
okçular yapmışlardır. Mete yalnızca bir hakan ya da komutan değildir; aynı
zamanda silah icat eden ve yaptıran bir askerdi. Bu nedenle Çin kaynaklarının hepsi
vızlayan okun Mete tarafından icad edildiğine inanırlardı. Vızlayan oklar, kemik bir
ok ucuna delik açmak suretiyle yapılırdı. Bu oku çoğunlukla işaret vermek ve yön
göstermek için komutanlar kullanırlardı
(18)
. Mete (Mou-tun) kendisinin vurabildiği
herşeyi okçularından vurmalarını ister ve buyruğa uymayanları idam ettirirmiş.
Buyruğuna uyulmasına memnun olduktan sonra, o ve adamları, göçebe hayatının bir
bölümü olan büyük bir sürek avına çıkarlar. Bu avda, Mete babasını sesli okla
vurması üzerine, onun okçularının attığı yüzlerce ok da, babasının vücudunu delik
deşik eder, vücuduna saplanan okların şaftı üzerindeki sert tüyleri yüzünden
vücudunun yere değmediği anlatılmaktadır. Mete, babası Tuman’ı töreye ve örfe
uymadığı için öldürmüştü
(18)
.
Mete’nin buluşu olan oklar, çok gelişkin silahlardı. Bunlar aracılığıyla, Mete büyük
bir Türk ilhanlığı meydana getirilebilmiştir
(1)
. Mou-tun’un, buluşu olan bu özellikli
ok, atıldığında ıslık gibi ses çıkararak hedefe giderdi. Mou-tun’un ok attığı hedefe,
okun çıkardığı ıslığın sesini izleyerek onbin kişi birden ok atardı. Havayı yırtarak
çığlık çığlığa uçan oklar, bütün Avrasya’da çok ünlü idi
(18)
. Savaşçıların
yönetilmesinde
ve
yönlendirilmesinde
birliklerin
komutanları
tarafından
kullanılırdı.
Vızlayan oklar, kemik bir okun ucuna delikler açmak suretiyle yapılırdı
(5)
. Sesli
okların yapılış ilkeleri: a) Deliğin kenarı ayrılan hava akımı, b) Metal iğne, c) Ses
bölümünün duvarları , d) Ok şaftı, e) Ses çıkarma bölümünü bağlayan sinir...
Orijinal hikayelerden edinilen izlenimler göre uçlar şu şekilde yapılmaktaydı: Bir
parça katı madde ( çoğunlukla boynuz) bir torna tezgahında sıkıştırılıp, üzerinde ses
bölümünü oluşturmak için bir ucundan delinir ve sonra istenilen şekle getirilir.
Daha sonra üzerine delikler açılarak, ses bölümüne havanın girmesini sağlayacak
şekilde biçim verilir. Bu delikler ve okun şekli sesin çıkmasını sağlamaktadır. Uç
bölüm şaft üzerine yerleştirilir ve bazen sinirlerin bağlanması ile sabitlenir.
Ses çıkaran uçların çoğunun kesit alanı yuvarlak olmasına rağmen, diğer şekillerde
kullanılır. Eğer okçu, sesli okunu birden fazla kullanmak istiyorsa, etkiden dolayı
Page 17
G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi Cilt 21, Sayı 2 (2001) 189-215
205
okun kırılması problemi göz ardı edilmeyecek bir sorundur. Çinliler demirden
yapılmış küçük sesli uçlar kullanmaktaydılar, ama, bu yalnızca istisnadır. Genel
olarak söylemek gerekirse, Çinliler ve Moğollar sesli oklara demir ya da ay şekilli
uçlar takmışken, Japon okları genellikle çatallaşmış (Karimata) uçludur. Japonlar
sesli oklarını kısa kirişli çivilerle eğmişlerdir ve bu bambu şaftın boş merkezine
eklenmiştir. Bu muhtemelen ucun sıkıca yerine oturması amacıyla kullanılmıştır.
Çinliler ve Japonlar en geniş ok uçlarını kullanmışlardır. Uzunluğu altı inç (15 cm),
çapı dört inç (10 cm) olan “ Ming-ti” ve bazı Japon okları “ Hika-ya” hemen hemen
aynı genişliktedir. Bu geniş uçları destekleyen şaft ve kuyruk kısmı boyut olarak
uygun hale getirilmiştir. Bu büyük oklar, ancak daha kuvvetli yaylarla (80-100 kedi
ağırlığında) birlikte kullanılmaktaydı.
Belki de en küçük sesli ok ucu Türkler’e aitti ve o kadar küçük uçlardı ki, şaftın bir
uzantısı olarak görülürlerdi. Bunlar kemik, fil dişi yada kara boynuzdan yapılırdı.
Ses delikleri yalnız kenardan kenara açılmasına rağmen, ok boyunun bu tür oklarda
ses çıkartmada önemli olmadığını gösterircesine yüksek ve keskindir.
Okun ses çıkartmasını sağlayanın ne olduğu bilindikten sonra, sesli okların yapımı
kolaydır. İlke flütünki ile aynıdır. Sesli ok belli bir ivme ile fırlatıldığında, hava
akımı ses deliklerinin yüzeyinde hareket eder. Bu delikler, ucun açık yüzeyinin
havayı deliğe doğru hareket ettireceğini, böylece hava akımının uzak kenardaki
köşeye vuracak şekilde yerleştirilmiştir. Bu hava akımını iki yöne ayırır. Havayı ses
bölümünde titreştiren ve ses yaratan bu ayırımdır.
Erken dönemde göçebeler bir geceyi dört bölüme ayırırlar; ilk bölüm gece
yarısında, son bölüm ise gün batımında sona erermiş. Bu bölümlerin sonlarında,
nöbet tutan savaşçılar tarafından, birinden diğerine uyanıklıklarını göstermek
amacıyla göğe doğru ve nöbet yerleri yönünde atılan sesli oklarla vurgulanırmış. Bu
olayda asıl amaç askeri sinyal ve mesaj iletimidir. Bu okların diğer bir kullanım
yeri de, savaşta çıkarttıkları çığlık biçimli seslerle psikolojik etki yaratma
düşüncesidir.
EĞRİ OKLAR (WANG-SHİH)
Çin yıllıklarında sıklıkla söz edilen eğri oklar nesnel bir gerçeklik mi, yoksa
simgesel bir anlam mı taşıyor olduğu açıklıkla belli değildir. Çanak atma oyununda,
eğri oklardan sık sık söz edilir. Burada nezaket gereği bir küçümseme ifadesi olarak
kullanıldığı ele alınıyor. Granet’de bu soruyla ilgileniyor ve bu eğri okların başka
Page 18
G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi Cilt 21, Sayı 2 (2001) 189-215
206
yerlerde de kullanıldığını gösteriyor. Ve oklarla, Shang kralı Wu-i (ve tabii ki
satrançla) arasında bir ilişki kurmaya çalışıyor. Eğri oklar, kimi zaman simgesel bir
yapıya bürünerek hayaletleri vurmak için kullanılıyordu. Bu okla birlikte, büyük
Yin’in yayının da kullanıldığı görülür. Büyük Yin’le kastedilen Ay idi. Yani burada
gök bilimsel nesneler söz konusuydu. Han-shu’nun anlatımına göre, eğri ok bir
gökyüzü fenomeni olarak, gece ortaya çıkıyordu. Whan-shih Han-shu’daki yorumu
gökyüzü köpeğiyle akraba olan bir kuyruklu yıldız çeşidi olarak ifade ediliyor.
Chin-shu ise, onu Merkür gezegeninin bir belirtisi olarak görüyor. Kralların şölen
arabalarında, Ku yayı ve eğri ok bir yıldız sembolü olarak karşımıza çıkıyor. Öyle
görünüyor ki eğri ok, çanak atma oyununda basit bir nezaket ifadesi değildi. Aksine
burada gökbilimsel düşüncelerle bağlantılı dinsel bir ok söz konusuydu. Bu da yine
kuzey halk kültürlerine aitti
(7)
.
Yine, Çin yıllıkları incelendiğinde “Ku” yayı ile “eğri” ok göklerin hakimi “Tien”,
yani “Göktanrı”nın olduğu gibi, yeryüzündeki egemenliğin sahibi olan hakanın ve
hakanlığın da güç ve egemenliğinin sembolü idi.
ERKEN DÖNEMDE OKÇULUK ALIŞTIRMALARI
Yaklaşık üçbinbeşyüz yıl önce Çin kıtasının kuzeyinde, kıyı halklarında yaygın olan
Şamanistlik bir okçuluk mezhebi vardı. Şamanlar ve hakanlar yağmur yağması için,
selleri azaltmak ve düşmanları otlaklarından uzak tutmak için okçuluk ayinleri
düzenlerlerdi. Şamanlar arasında ünlü olan klana “Yi” denirdi. Kıyı halklarının inancına
göre, bu mezhebin kurucusu, kuraklığa ve kıtlığa neden olduğu düşünülen gökteki
dokuz güneşi vurmuştu
(21)
. Bu nedenle düzenlenen törenlerde simgesel alanlarda nesnel
okçuluk aktiviteleri yürütülürdü. Bu törensel ayinler; okçuluk için çok önemli bir arka
plan oluşturmaktaydı.
Eski Chou hakanlık hanedanında okçuluğun; hem mistik ayinlerde, hem de savaşlarda
çok önemli bir yeri vardı. Bu ayinlerde, okçuluk, müzik, savaş arabası kullanma, okuma
ve aritmetiğiyle soyluların eğitildiği okullarda zorunlu bir dersti
(21)
. Bu dersler hem
dinsel bir eğitim, hem de savaş eğitimi konumu taşırdı.
Yaklaşık bin yıl sonra, günümüzden ikibin yıl önce, okçuluk hala hükümdarlık
sarayındaki ayinlerde önemli bir yere sahipti. Konfiçyüsçü rahipler, eski şaman
ayinlerini, Konfiçyüs erdemlerini sembolize etmek için düzenlenmiş atış ayinlerine
dönüştürdüler
(21)
. Halkın okçuluk olgusuna aşırı düşkünlüğü ve vazgeçememesi
Page 19
G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi Cilt 21, Sayı 2 (2001) 189-215
207
nedeniyle, bünyesi bu tip aktivitelere uygun olmayan Konfiçyüs dini, yok edemediği
ayini, bünyesinde bir erdem olarak kabul etmiştir.
Çinliler’in “Barbar” olarak adlandırdığı, Çinli olmayan, ancak Çin’de devlet
geleneğini kuran Choular döneminde, askerliğin öğretildiği Pi_yung” adı verilen bir
saray okulu vardı. Bu okulda hakan ve ihtiyar (usta) alplar, başlarında hakanın oğlu
bulunan genç alpları yetiştirirdi. “Devlet Oğulları” denen ve çoğunluğu “Chou”lara
bağımlı beylerin oğulları olan genç alplar, silah kullanmayı, özellikle ok atmayı
öğrenirlerdi
(9)
. Hakanın ilahi kurban töreninden önce, öğrenciler okulda (Pi-
yung’da) bir ok atışı karşılaşması düzenlerlerdi. Atış yarışlarındaki davranışlar sıkı
kurallarla sınırlıydı. İleri ve geri gitmenin belli şekilleri vardı. O anki tutum çok
sakin ve disiplinli olmayı gerektiriyordu. Eşlik için müzik şarttı. Yay ile ok atışı
okul ödevi olarak Tşu zamanından önce bile, Hia ve Yin hanedanı zamanında temel
derslerden biriydi. O zamandan beri önemli bir ders olarak kalmıştır. Tşu’nun
torunu Tai-Tsu (M.S.627-650) askerlerini sarayın önünde çalıştırır, üstün başarı
gösterenleri ödüllendirirdi. “Söğüt ağacının yapraklarına atış yapmak” askeri
eğitimin bir parçası durumundaydı
(16)
. Çin’in kıyı halklarından olan Prototürk’lerin
dini hayatında söğüt ağacının önemli bir yeri bulunmaktadır. Bir kuzey ağacı
olarak, kuzey kültüründeki Ch’ing-ming şöleniyle bağlantılı olması çok önemlidir.
Kuzey halklarının dini at yarışlarında, söğüt dalının rolü çok büyüktür. Söğüt dalına
ok atma, Ch’tanlar’ın özel bir şöleniydi. Normalde beşinci ayda kutlanılan bir
şölendi, ama onlar yağmur yağmadığında da bu şöleni düzenliyorlardı. Bu şölen
aynı zamanda bir top oyunu ile de ilgiliydi. Atın üstündeyken ucu sivri oklarla,
söğüt dallarına atışlar yapılırdı ve önce büyük ağaç dalını vurup, sonra budağı
almaya çalışırlardı. Söğüt ağacı, kuzey kültüründe sadece ilkbahar şöleninde değil,
aynı zamanda yaz şöleninde de rol oynamaktaydı
(7)
. Çinliler’ce yabancı görüldüğü,
yine onlarca sembolik olarak bir anlam taşımaması nedeniyle, yabancı etkileşim
olarak değerlendirildiği için barbarların iktidardan düşmesi sonucu, göçebe kültürü
güç kaybına uğradığından bu festival geleneklerinin ortadan kaldırıldığı görülür. Bu
ok atma biçiminden dolayı, Tşu hanedanı zamanındaki “ok atma töreni” önemini
yitirmiş ve Beş Hanedan döneminde tamamen ortadan kaldırılmıştır
(16)
.
Çin’in kıyı halklarını oluşturan barbar toplumlarda halk da ok atışı yapmayı
öğrenirdi. Toplumun doğrudan atış dersi aldığı dört resmi “askeri bayram günü”
vardı. Soyluların (aristokratların) halkla atış yarışları dışında karşılaşabileceği bir
başka ortam yoktu. Karşılaşmalarda aristokratlar, diğerlerinin karşısında eğilerek
Page 20
G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi Cilt 21, Sayı 2 (2001) 189-215
208
onlara öncelik tanır ve ondan sonra, oradan dönünce rahibini selamlar ve onunla
birlikte şarap içerdi ki, bu insanların atış yarışlarına ne kadar saygı gösterdiklerini
anlatır durumdadır
(16)
. Bu ok atışı yarışlarında başarılı olanlar kutsal kadeh ile,
başarısız olana boynuz ile şarap sunulurdu
(9)
.
Orta Asya’daki Hun yükselişi olmasaydı, Çinli insanların yaratıcı kabiliyeti ve
teknolojik yeteneği savaş alanında ok ve yaya bir son verebilirdi. Piyade ve savaş
arabalarıyla, ovalardaki savaşlarda yetenekli olan Çin ordusu at üstündeki yetenekli
okçularla karşılanıyordu. Tam Tatar Yayı savaşta belirgin bir silah halini aldığında,
düşman kale direklerini değiştirdi. Wu-ling of Chou kralı, zaten Tatar Yayıyla
donanmış geleneksel piyade yapılanmasını bir kenara bırakmaktan başka çareleri
olmadığını, kabarık Çin kaftanlarını bir kenara bırakarak, Hun savaşçılarının
giydiği kısa tunikleri giymeleri ve at üstündeyken yayla atış yapmaları gerektiğini
fark etti
(21)
.Kuzey Çin’de devlet kuran, köken olarak Prototürk olarak kabul edilen
Cav (Chou) devleti, özellikle Hsiung-nular ile yakın ilişki içindeydi. Hsiung-nu
askeri tehdidine kendi bölgelerinde karşı koyabilmek için, kral Vu-ling M.Ö.307
tarihinde barbar kıyafetinin resmi olarak benimsendiğini belirten ve halkının ata
binmek ve ok/yay kullanmak sanatlarını öğrenmeleri gerektiğini öngören bir
emirname çıkardı. Bu “barbarlaşma” politikası hemen meyve verdi
(25)
. O zamandan
sonra yüksek güçteki Tatar Yayları ile birleşmiş at sırtındaki okçuluk yeteneği
kuşatmak için, Çin askeri okçuluk çalışmasının bel kemiği haline geldi. Bu temel
tekniksel karışım, Çin’in ana stratejik konusu, sınırlardaki at üstündeki erkekler ( ve
kadınlar ) olduğu sürece daha sonraki bin yılda da devam etti
(21)
.
Diğer bir başka ilerleme, Wu Ze Tien imparatoriçesi yediyüzyirmi AD. sıralarında,
süvari ve piyade okçuluğunun askeri sınavlarda zorunlu hale gelmesini emrettiği
dönemde Tang hanedanında meydana geldi. Bu, okçuluk tekniği üzerinde akademik
ilginin harekete geçmesini ve bu güne kadar gelen büyük Çin okçuluk kitaplarının
yayınlanmasını sağladı. Okçuluk çalışmaları Ming Hanedanı’nda (1368-1644 ) ve
takip eden Qing Hanedanı’nda da ( 1644-1911) büyük bir ilgi odağı olarak kalmaya
devam etti
(21)
. Ancak şurası kesinlikle bilinmesi gerekir ki, Çinliler’de ve sonradan
Çinlileşmiş yabancı hanedanlar dönemindeki ok ve okçulukla ilgili gelişmeler,
aralarında Prototürkler’inde bulunduğu barbar olarak adlandırılan halkların etkisiyle
ortaya çıkmış ve hanedan yıllıklarında da bu belirleme açıklıkla vurgulanmıştır.
Ok atma çalışmaları değişiklikler göstermekteydi. Tongutlar’da okun sivri ucu bir
yere batırılır ve sonra at üzerinden koşturma sırasında yerden alınarak yayla atış
Page 21
G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi Cilt 21, Sayı 2 (2001) 189-215
209
yapılırdı. Binici atı koşturma sırasında atı kırbaçla hızlandırmalı, dizginleri
tutmadan, sadece bedenin hareketleriyle atı yönetmeli, yönü ayarlamalı ve ok ile
yayı çıkararak atış yapmalıydı. Aslında bakıldığında bu pozisyonda atın üstünde
oturmanın mümkün olmadığı düşünülebilir. Yine de hedefe yöneltilen oklar
şaşmadan yere sırayla atılırdı. Bir başka biçimde ise, tek bacaklarıyla yerde kalarak,
atı koşarken onu rahatsız etmeden, kendileri kaykılarak yana atabilirler, geriye
dönebilirler ve geriye doğru ok atışı yapabilirlerdi
(16)
. Bilindiği gibi, müzik
eşliğinde dört yöne ok atış bir ibadet biçimi idi ve bir tören ortamında
gerçekleştirilirdi.
Ok atışında başarıyı sağlamak için parmak kuvvetinin güçlenmesi amacıyla;
parmakların karşılıklı basıncıyla yuvarlanan erik büyüklüğünde, kuars kristalinden
yapılan kürelerle özel bir jimnastiğin oluşturulması da ilginçtir. Yani bu, kas
kısımlarının bir araçla bilinçli olarak güçlendirilmesidir
(16)
.
Göçebelerin ordularının ana birimini tahta eyer ve üzengi kullanan okçular
oluşturmaktaydı. Bu donanım onlara dört yöne ok atabilme imkanı sağlıyordu.
Karma ok üçyüz yard uzaklıktaki bir insanı öldürebilmekte ve menzili ortalama
altıyüz yard idi. Bizans süvarisinin atış takımı arasında ilk kez “Strategikon” da
göze çarpan demir üzenginin Avar ve Türk örneklerine öykündüğü de olasıdır
(23)
.
Okçuların öne, arkaya ve dört yöne sağlıklı olarak ok atabilmeleri için yüksek
bağlanan üzengi, ok ve kement atma için daha uygundur. Çünkü süvari, diz
kapaklarını sıkmak suretiyle bacak kaslarının titremesini ortadan kaldırabilir. Ancak
uzun üzengi süvarinin bütün bacağını zorladığı için sakınca teşkil etmektedir
(12)
.
Erken dönemde savaşlar senaryosu, artistleri ve dekorları önceden belirlenmiş,
odağında okçuluğun temel motif olduğu sahneleri canlandırır gibi idi. Ordu
düzeninde gruplar beş sıradan oluşmakta; ilk ikisi süvari kılıcı, mızrak ve yay
taşırken deri zırh giyerlerdi. Diğer üçü ise, süvari kılıcı ve yay taşırken arka sıralar
ön sıraların önüne geçip ok atarlar ve düşmanının morali ve disiplini bozulduğunda
geri çekilirlerdi. Zırhlı olmayan savaşçılar ipek gömlek giyerlerdi. Çünkü zırh
giymemenin oklara karşı daha etkili savunma olduğunu fark etmekteydiler ve
böylece de yaralanmalar en aza indirgenirdi. Ok, savaşçıya isabet ettiğinde
savaşçının üzerindeki ipek gömlek okun ucuna sarılarak onun hızını ve darp
şiddetini azaltarak kolaylıkla çekip çıkarılabiliyordu. Bu da yaralanmada daha fazla
yarık olmadan ve dikenli ok uçlarının tehlikesi aza indirgenmiş olarak okların
çıkartılmasını sağlıyordu.
Page 22
G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi Cilt 21, Sayı 2 (2001) 189-215
210
Yay ile hedefe atış yapmanın yanında, okçunun gücünü ölçmek için belli
uzaklıklara ve havaya da atış yapılırdı. Türkler’de “Ogad Adatergantes” adıyla
bilinen, Kırgızlar’ın ünlü bir okçusu (Manas)nun anısına Krasnoyarsk bölgesinde
geleneksel olarak düzenlenen bir festivalde, İç Asya’nın en iyi okçularının bile
ulaşamayacağı Kadatdağ ve Tengrikul’daki iki kaya arasındaki dörtbuçuk ayak
aralıklı yüzonbir ince çubuk dizilerek ok atışı yapılırdı. Bu, İç Asya’da rekor bir
uzaklık idi. Yine güçlü ok çekme ve atma ile ilgili olarak Kalmuk bir Saysan
tarafından Pallas’da; oku atan okçunun, bir zamanlar prensin isteği üzerine iddiaya
girerek yakın bir mesafeden okla bir atı gövdesinden vurduğu ve okun kamış
çubuğunun diğer taraftan çıktığı anlatılmaktadır
(16)
.
Hun başbuğu Atilla’nın en önemli rakibi olan Aetius, gençliğinde - muhtemelen
405-408 yılları arasında- Hunlar’ın elinde rehineyken onların olağanüstü ata binme
sanatlarını ve ok atma becerilerini olduğu gibi, herhalde dillerini de öğrenmişti
(22)
.
Bu birikimine göre ordusunun ve savaşçılarını düzenleyerek eğitmek süratiyle,
Hunlar’a karşı başarılar elde ettiği bilinmektedir.
TÖRENLİ OK ATIŞLARI
Yay ile ok atma Chou zamanında, yüksek tabakadaki insanların tipik bir geleneğiydi.
Hem feodal bir spor ve hem de dini bir yarışmaydı. Kısmen de olsa bu dini tören, Han
döneminde de korunduğu görülür. Eril (erkek) prensibinin (Chang-heng ) açmakta
tereddüt eden tomurcuklara ulaşabilmesi için ilkbaharda yapılıyordu. Demek ki yay ile
ok atma, verimlilik düşüncesiyle bir araya getiriliyordu. Hedef tahtası kare biçiminde ve
vurulan hayvanları temsil ediyordu, yine burada ok atmanın esas anlamını gösteriyordu
(7)
.
Choular zamanında yapılan ok atma törenlerinde okçuluk büyük bir rol oynardı. Çoğu
kez, törenli ok atışlarının kuzey ülkeleri ile ilişkisi olduğu vurgulanmıştır. Aynı
zamanda bu törende Li-shou’nun ( tilki kafası ) şarkısı söylenirdi. Ok atmalardaki
mesafeleri, Li-pu ( tilki adımı ) adında bir ölçme aracıyla ölçülüyordu. Böylece, tilki ile
Choular’ın özel ok atma töreni arasında sıkı bir ilişki olduğu anlaşılıyor. Tilki ve onunla
ilgili efsanelerin kuzey kültürüne ait olduğu düşünülüyor. Bir söylenceyi kaydeden
Hsüen-chung-chi’de anlatıldığına göre, elli yaşındaki tilkiler ahlaksız kadınlara, daha
yaşlıları da güzel kızlara ya da şamanlara dönüşüyorlardı. Han-shih Wai-chuan’da
tilkiye, “Su Tanrısı” diye hitap edilmektedir. Tilkiye tapma ibadetinin kuzeyden çıktığı
söylenebilir. “ Hu” tilki kelimesi her zaman ve her yerde “ Hu” barbar kelimesiyle
Page 23
G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi Cilt 21, Sayı 2 (2001) 189-215
211
karıştırılmıştır. Ve bu karışıklık bir kelime oyunu olmaktan çıkıp, daha derinlere
inebilir. Granet, tilkinin bazı efsanelerde rol oynadığını tahmin ediyor. Nitekim Han-cho
efsanesinde, Han-cho’nun erken ölen karısı Hsiung-nu ( eril tilki ) ya da Shun-hu ( saf
tilki ) ailesinden geliyordu. Shun-hu klanı tanrıça Han-chu efsanesindeki okçu kadın I’la
aynı kişidir. Daha sonraları “Hang-o” ay tanrıçası olur. Bunların kuzey kültürüne ait
efsaneler olduğu bilinmektedir
(7)
. Ayrıca Orta ve Güney Çin’de hiç tilki
bulunmamasına karşın, kuzey Çin’de ve Avrasya göçebelerinde totemik bir hayvan
olması, bu temayı işleyen okçuluk törenlerinin ilişkili olduğu etnik topluluğu
belirlemede anahtar görevi yapacak noktadadır.
Yay ile ok atma töreni, P’an-kung’da yapılıyordu. P’an-kung, erkek evi olarak tabir
edilen bir yapıya benziyordu. Ama bu evde sadece tören yapılıyor, ok atma açık alanda
gerçekleştiriliyordu. P’an-kung’un ne çeşit bir yapı olduğu ya da bir erkek evi mi
olduğu şüphelidir. Granet, P’an-kung’u Lin-t’ai ile – onu kuzey batı kültürüyle bir araya
getirmişti-bir tutmak istiyordu. Diğer taraftan P’an-kung’u Kore’deki erkek evleriyle de
bir tutabiliriz, çünkü orada da genç erkekler ok atmakta ustalaşıyorlardı. Her şeyden
önce şuna inanılmaktaydı ki, bu bina ile tören arasında kesin bir bağ mevcut değil,
aksine bu bina zaten önceden de açık havada yapılan tören için inşa edilmişti
(7)
.
Eğer yay ve ok atma törenini kuzeyle bir ilişkisi varsa, o zaman törenin kendisinin de
kuzeyle bağlantısı olması gerekir. Ne yazık ki burada söz konusu olan materyaller
eksiktir. Kuzey halklarının çok iyi nişancı olduklarını biliyoruz, ancak eski zamanlarda
yani atın evcilleştirilip, süvarilikte kullanılmasından önce de bir ok atma törenlerinin
olup olmadığını bilmiyoruz. Sonraki dönemlerde T’u-chüeh (Türkler) ve Çinliler
arasında atış yarışmaları ve daha bir çok törenin-örneğin at üstünde yapılan hedef vurma
yarışmaları-yapıldığını biliyoruz. Bu törenlerin eski zamanlara mı ait olduğu ve at
olmadan mı yapıldığını göremiyoruz
(7)
.
ÇÖMLEK ( ÇANAK ) ATMA ( T’OU-HU )
Bu okçuluk faaliyeti bir şans oyunu niteliği taşımaktaydı. Oyunun sonuçları üzerinde
izleyiciler tarafından bahislere girilirdi. Bu oyun, gelenek olarak törenli ok atışı ile aynı
kurallara sahipti, ancak onun bir minyatürü şeklinde düzenlenmekteydi. Aslında
Prototürk ve Türkler’de şans oyunları çok yoğun bir ilgi alanıydı. Hatta bu oyunlarla
fala bakılıp, kehanette bile bulunulurdu. İlk zarlar ok şeklinde idi ve ok atılarak sayılar
belirlenirdi. Zamanla oklar küçülerek zarlar bugünkü şeklini almıştır.
Page 24
G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi Cilt 21, Sayı 2 (2001) 189-215
212
Yay ile ok atmadaki geleneklerin geçerli olduğu bu oyuna ok atma ya da çanak atma
oyunu adı verilirdi. Bu törende de tilki kafası şarkısı söylenirdi. T’ou-hu’da bir
yarışmaydı ve bu törende de şarap içilirdi. Her iki tören de sıkı bir şekilde birbiriyle
bağlıydı. Ancak yay ile ok atma töreni, sarayda ve başkentlerde düzenlenen büyük bir
gelenekti. Çanak atma ise, yüksek tabakadan (Aristokrat) insanların evlerinde yapılan
bir gelenekti. Yay ile ok atma töreni için geniş bir yere ihtiyaç duyulurken, çanak atma
töreni bir ev içinde de yapılabilirdi
(7)
.
Çanak atma oyununu oynamak için bir çanağa ve oklara ihtiyaç vardı. Belirli bir
uzaklıktan çanağın içine oklar atılırdı. Okların dışarıya sıçramaması için çanağın içine
fasulye konulurdu. Bu oyun iki grup tarafından oynanıyor ve her isabet ettirilişte de
marka kazanılıyordu. Her kazanılan oyun, bir at sayılıyor, gerçek olmasa da bu oyunda
kazananlar at ile ödüllendiriliyordu. Ama bu başlı başına bir olay. Bu oyun dut
ağacından ya da başka ağaçtan yapılmış oklarla da oynanıyordu. Daha eski zamanlarda
ise, bambudan yapılmış oklarla oynanırdı. Eski literatürde bu oyundan fazla söz
edilmiyor. Daha yeni literatürde ise, zaman zaman da olsa karşımıza çıkıyor: Chin
zamanında bir adamın sevgilisi bu oyunu o kadar iyi biliyormuş ki, bir paravanın
arkasından bile isabet ettirebiliyormuş. T’ang zamanında da bir adam arkası dönük
olarak okları çanağın içine atabiliyormuş. Bu oyun daha sonraki zamanlarda, çeşitli
biçimlerde oynanmış ve başarı derecelerine göre, elde edilen ödüllerin özel terimlerinin
var olduğu anlaşılmaktadır. Bunlardan en önemlileri Hsiao ( bir at türü ) ya da Hsiao (
baykuş ) idi. Kimi zaman Hsiao ( baykuş ) yerine Cihao ( güzel kadın )
geçebilmekteydi
(7)
.
Belki bu oyunla, başka bir oyun ( bir süre T’ang döneminde sokaklarda oynanan oyun )
arasında bir ilişki mevcuttu. Bu oyunun adı da T’oğ-hu idi. Bu oyunda ise, yere bozuk
para atılırdı. Sanırım bunu yaparken çanak atma oyununun özel bir uyarlaması
gerçekleştirilmiş olabilir. Bu da Türk akıncılarının bilinen geleneğinin bir işareti
sayılmaktaydı
(7)
.
SONUÇ
Yazılı ve sözlü edebiyatın olduğu gibi ilkel dinin de öğretilerini dile getiren
kosmogoni, teogoni, mitoloji, efsane, destan, hikaye, masal gibi kaynaklardan ve
onları doğrulayan arkeolojik ve etnolojik malzemelerden elde edilen veriler
ışığında, erken dönem Türk kültür hayatında okçuluk faaliyetlerinin farklı etkinlik
ortamlarında ve yerine getirdiği işlevler bakımından oldukça zengin bir uygulama
Page 25
G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi Cilt 21, Sayı 2 (2001) 189-215
213
alanına sahip olduğu görülmektedir. Okçuluğa yönelik yeteneklerin gelişmesine
imkan sağlayan avcılık, ekonomik değeri dışında, askeri, sosyal, idari ve sportif
işlevlerinin ön plana çıktığı görülür. Bunun ötesinde, savaş ve av dışı zamanlarda
da, okçuluk beceri ve güçlerini artırmalarına imkan sağlayan askeri bayramların ve
okçuluk törenlerinin düzenlendiği görülmektedir.
Ayrıca “kam” göreviyle
yürütülen dört yöne ok atış seremonisi, belli yoğunlukta bir ön hazırlığı ve
çalışmayı gerektirdiği ortadadır. Böylece bir öngörü ışığında yetişen toplum için,
oldukça önemli olan bu dinsel motifin, yağma ve ulca düzenine dayalı ekonomik
motifin yönlendirdiği Türk toplumu, geliştirdikleri bu yeteneklerle çağlar süren bir
savaşçılık üstünlüğünü ele geçirerek, barış dönemlerinde okçuluk becerilerini tüm
Asya boyutunda yarışmalarda ortaya koyarak, elde edilen başarıyı sosyal hayatta bir
dikey yükseliş ölçütü yaparak, salt spor anlamında ilk belirtilerin gündeme
gelmesini temin etmişlerdir. Önceleri kült kökenli olarak, askeri amaç dışında,
yürütülen uygulamalarda, ulusal kimliğinde ateşlediği rekabete dayalı olarak, belli
bir otoritenin gözetiminde ve ödüllü olarak yarışma organizasyonlarının
gerçekleştirildiği görülmektedir.
Tüm Avrasya bozkırını kapsayan sınırlar içinde, genel çerçeveye katılan atlı göçebe
halklar, ok ve yayın yapılışında kullandıkları teknolojik farklılıklar ya da
uygulamadaki ayrılıklar, alt kimliklerinin esoterik kaynağı noktasına ulaştığı
görülür.
Ok ve yayın yapımında kullanılan malzeme ve yapılış bilgisi okült (gizli) bir
şekilde, ustadan çırağa aktarılarak, yapıcısına ve ailesine sosyal hayatta seçkin bir
yer kazandırdığı görülür.
Ok ve yay kullanımı çok erken dönemlerde, sadece bireysel avcılıkta kullanılan av
silahı olarak kullanıldığı, şaman inancına göre av tanrısınca insanlara sunulduğu
düşünülürken, kurumsal av ve savaş silahı konumuna gelmesiyle de savaş tanrısınca
insanlara imkan sunması amacıyla icad edildiği vurgulanmış, köken ve doğuş
efsaneleriyle halklarca ulusallaştırılmaya çalışıldığı görülmektedir.
Kurumsal av ve bu avda uygulanan okçuluk taktik tekniklerinin zaman içinde, savaş
eğitimi ve taktiği uygulaması şekline dönüşerek, okçuluk faaliyetinin odağında yer
aldığı temel nitelik haline geldiği anlaşılmaktadır.
“Okçuluk Evleri”, “Cesaret ve Yiğitlik Deneme Evleri” ve “Pi-yung” gibi sürekli
okçuluk eğitimi yapılan ve Asya’da oldukça yaygın bir işlev üstlenen bu
organizasyonlarında, ilk spor klübü niteliği taşıdığı görülmektedir.
Page 26
G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi Cilt 21, Sayı 2 (2001) 189-215
214
Bu bulgulardan hareketle; Erken dönemde Çin’in kuzeyindeki kıyı halklarında
yaygın olan şamanistik bir okçuluk mezhebinin bulunduğu; yağmur yağması,
sellerin azalması ve düşmanları otlaklardan uzak tutmak gibi nedenlerle okçuluk
âyinleri düzenledikleri, bu âyinlerin de okçuluk için zengin bir arka plan
oluşturduğu söylenebilir. Erken dönemde Türkler’ce düzenlenen şölenlerde, Çing-
Ming gibi (yeniyıl) kutlama törenlerinde, yoğ adı verilen matem törenlerinde halkın
tasasını dağıtma ve halkın dayanışıma ve birlik, beraberlik duygularını geliştirmek
amacıyla düzenlenen toplantılarda, kimi zaman dinsel, kimi zamanda salt sportif
amaçlarla gerçekleştirildiği düşünülen oyunun, av ve savaş taktiklerinin
geliştirilmesi amacıylada uygulandığı
söylenebilir. Günümüzde halen
sürdürülmekte olan modern okçulukla, erken dönemde uygulanan okçuluk
aktiviteleri sportif amaç yönünde tam bir örtüşme sağlamasa bile, başlangıç halinde
bir sportif tezahür olarak değerlendirebilir. Gerk hedef atışları yönünden, gerekse
mesafe katetme yönünden erken dönem İç Asya okçularının kırdığı rekorlara,
modern okçuluktaki teknik gelişmelere rağmen hâlâ yaklaşılamaması doğu
okçuluğunun arka planında incelenmeye değer önemli öğeleri varlığını
düşündürmektedir. Okçuluğun doğrudan dini ve astral nedenlerle yapıldığı gibi,
geçimin temini için avcılıkta kullanıldığı, yani ekonomik işlevinin de söz konusu
olduğu düşünülebilir. Bütün Türk boylarının, kimliklerini ve hiyerarşik düzenlerini
bile bu maddi kültür unsuruna dayandırmak suretiyle, kendilerini tanımladıkları
düşünülürse, bu alandaki kültürün ve kültür unsurlarının eskiliğine ve zenginliğine
tanıklık etmektedir. Türkler’de erken dönemde salt ödüllü okçuluk yarışmalarının
da yapıldığı, ancak doğrudan ödülün kozmik bir nitelikte olduğu, maddi değerinden
çok manevi yanının daha önemli olarak görüldüğü söylenebilir. Okçuluk
yarışmaları, ulusal kimliklerin ön planda yer aldığı, dinsel kökene bağlı şamanistik
okçuluk ayinleri biçiminde, belli bir otoritenin kontrolü altında ve kuralları belli
olarak, belli düzeydeki yarışmacıların katılabileceği, geleneksel bir spor ortamı
olarak düşünülebilir.

KAYNAKLAR

1. Altheim, F.,Asya’nın Avrupaya Öğrettiği, III.Baskı, Özne Yayınları, İstanbul
1998, (Çev:Emin Türkelçin).
2. Demirel, H.,Türk Destanlarında Güzellik – Destan – Masal ve Din Unsurları ile
Yabancı Destanlarda Türk Kahramanları, 2.Baskı, Ötügen Yayınevi, S(81-86),
İstanbul 1985.
Page 27
G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi Cilt 21, Sayı 2 (2001) 189-215
215
3. Divitçioğlu, S.,Köktürkler, I.Basım, Ada Yayınları, İstanbul 1987.
4. Durmuş İ.,İskitler (Sakalar), Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları,
I.Baskı, Ankara 1993.
5. Eberhard, W.,Çin’in Şimal Komşuları, I.Baskı, TTK Yayını, S(22), Ankara
1942.
6. Eberhard, W., A.Ü.D.T.C.F.Dergisi, Cilt:1, Sayı:2, S(20-30), Son Kanun,
Şubat 1943.
7. Eberhard, W.,Lokal Kulturen İm Alten China, 1 Teil: Die Lokal Kulturen
Desnordes Und Westans Leiden: E.J.Brill, 1942.
8. Esin, E.,İslamiyetten Önce Türk Kültür Tarihi ve İslama Giriş, Türk Kültürü El
Kitabı, I.Baskı, Edebiyat Fakültesi Matbaası, II.Cild I/B, İstanbul 1978.
9. Esin, E.,Türk Kosmolojisi, Türk Kültürü El Kitabı, Seri II’ye ek, Edebiyat
Fakültesi Matbaası, İstanbul 1979.
10. Giraud, R.,Göktürk İmparatorluğu, I.Baskı, Ötüken Yayınları, İstanbul 1999.
11. Gökalp, C.,Çin Kaynaklarına Göre SHİH-WEİ Kabileleri (Protomoğollar
Üzerinde Bir Etüd Denemesi), I.Baskı, Atatürk Üniversitesi Yayınları,
Ankara 1973
12. Gumilov, L.N.,Eski Türkler, I.Baskı, Birleşik Yayıncılık, İstanbul 1999 (Çev:
D.Ahsen Batur).
13. Haussing, H. W.,İpek Yolu ve Orta Asya Kültür Tarihi, I.Baskı, Geçit
Yayınevi, Kayseri 1997, (Çev:Müjdat Karayerli)
14. İnan, A.,Doğu Türk ve Moğol Folklorundaki “Edrene” Kelimesine Dair,
AÜDTCF.Dergisi, Cilt:1, Sayı:5, S(133-135), Temmuz – Ağustos 1943.
15. Jirmunsky, V.M;Kitabı Korkud ve Oğuz Destan Geleneği, Belleten, Cilt:25,
Sayı:100, S(628), 1961.
16. Kinzler,
İ.,
Die
Leibesübungen
der
Zentralasiatischen
Völker,
Inauguraldissertation Zur Erlangung des Doktorgrodes, Grazim November
1947.
17. Nemeth, G., Hunlar ve Tanrının Kılıcı Atilla, I.Baskı, Özne yayınları,
İstanbul 1996.
18. Ögel, B., Türk Mitolojisi (Kaynakları ve Açıklamaları İle Destanlar), Türk
Tarih Kurumu Yayınları, I.Baskı, I.Cilt, Ankara 1991.
19. Rosany, L., Tarihte Türklük, III.Baskı, TKA Yayını, Ankara 1993.
20. Roux, J.P.,Türkler’in ve Moğolların Eski Dini, I.Baskı, İşaret Yayınları,
İstanbul 1994.
21. Selby, S., The Archery Tradition Of China, Newyork 1997.
22. Sinor, D., Hun Dönemi Erken İç Asya Tarihi, I.Baskı, İletişim Yayınları,
S(245-282), İstanbul 2000, (Çev;Prof.Dr.Mete Tunçay).
23. Szadeckzky, K. S., Avarlar, Erken İç Asya Tarihi, I.Baskı, İletişim Yayınları, S(283-
310), İstanbul2000, (Çev:Prof.Dr.Ruşen Sezer).
24. Yü, Ying-S., Hsiung-nu (Şuyung-nu), Erken İç Asya Tarihi, I.Baskı, İletişim
Yayınları, S(283-310), İstanbul 2000, (Çev:Ruşen Sezer).
25. Yücel, Ü., Türk Okçuluğu, I.Baskı, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları,
Ankara 1999.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

hocam yazan elinize kurban okudukca doyamadık daha ayrıntılı ve teferruatlı yazılarınızı bekliyoruz ayrıca yazılarınızda bahsi gecen buluntuların resimlerini görebilmeyide cok isterdik birde kompozit okların yapım tekniğini ayrıntılı olarak anlatmanızı sabırsızlıkla bekliyoruz tekrar tesekürler yeni calısmalarınızda basarılar